ALEVİ İNANÇ SİSTEMİ VE RİTÜELLERİ

Aleviliğin tarihi, inanç sistemi ve ritüellerine dair sıralı bilgileri Alevi Düşünce Ocağı Derneği Başkanı Doğan Bermek derledi. İlgililerin bilgisine sunuyoruz.

ALEVİ İNANÇ SİSTEMİ VE RİTÜELLERİ
8.-9. yy'da İslam anlayışı, Arap yarımadasından kuzeye doğru yayılırken, Horasan ve Mavera-ün Nehir’ de yaşayan bölgenin yerli halkları ve Orta Asya’dan batıya doğru 7 y.y. sürecek uzun bır yolculuktaki Türk kavimleriyle karşılaştı.
Asırlarca göçebe hayatı yaşamış olan asyalı kavimlerin hareketlı yaşamlarında, bireylerin hayata yoğun katkısıyla yoğrulmuş eşitlikçi kültürleri, tek tanrı fikri ve islamın temel amaçları ile yoğrularak yepyeni bir yorumun gelişmesine yol açtılar.
İslam’ın savunduğu tek tanrı kavramı, din için, vatan için yapılan eylemlerin ödüllendirilmesi, tanrı ile inanan arasında bir ruhban sınıfa ihtiyaç duyulmaması, bağışlayan ve hoş gören bır tanrı fikri Orta Asya’dan gelen kavimlere çekici geliyor olmalı idi ki, islam dini bu kavimler arasında diğer dinlerin hiç görmediği kabulü gördü.
Ancak Hz. Muhammed’in ardından yoğun bir şekilde siyasete de gömülmüş olan, Arap-İslam hukukunda ve kültüründe, göçerlerın kabul etmekte ve uygulamakta zorluk çekeceği siyasi ve medeni yapılaşmalar vardı. Kısaca İslam dininin savunduğu inanç sistemi benimseniyor, ancak Arap-İslam devlet yönetme biçimi ve hukuk anlayışı Horasanlı kavimlere ve göçer kültürüne pek uymuyordu .
Örneğin, Arap-İslam medeni hukukunda tanımlanan bireysel özlük hakları, yani çok kadınla evlilik, köle ve cariye kullanma gibi o güne kadar göçer hukukunda olmayan, ayrıca göçer yaşam tarzında pratik olarak uygulanması da çok güç veya imkansız olan kurallar ve hayat tarzı, Horasan kavimlerine yabancı gelyordu.
Aleviliğin çıkışı
Hayatlarını çadırlarda, yaylalarda ve akınlarda geçiren göçer kavimlerde, erkin kullanımı-üretim ilişkilerinin yarattığı kaçınılmaz nedenlerle Arap kavimlerden daha demokratikti. Bireysel özlük hakları, kadın-erkek eşitliği, çok daha ilerici ve eşitlikçi temeller üzerine oturmuştu.
Bu alışkanlıklar, İslam dininin kabulünden sonra da uzun zaman devam etmiştir. Selçuklu dönemi sonlarına kadar, Anadolu’da beylerin yanı sıra hatunların da türbelerinin yapılmış olması, kadınların sadece sosyal hayata değil, siyasi hayata da eşit haklarla katıldığını kanıtlamaktadır. Kayseri ve Doğu Anadolu'da bugüne kadar korunmuş, bir çok hatun gümbeti ve bu hatunların siyasi erk kullanmış olduğunu yazılı tarihten de izleyebilmek, Anadolu’da o döneme göre çok ilerici bir medeni hukuk anlayışının var olduğunu kesin bir biçimde kanıtlamaktadır.
Kısaca Horasan dediğimiz bölgede çok tanrılı din anlayışından tek tanrılı İslam dinine hızlı bır geçiş izlendi. Ancak bu geçiş sırasında bazı kavimler özellikle Türki göçer kavimler, İslamı kendi geleneksel inanç sistemleri ile daha uyumlu bır anlayış olduğu için kabul ettiler veya yorumladılar. Bu kavimler İslam siyasasında, batıni İslam anlayışı da dediğimiz, Hz. Ali ve oniki İmamların yolunu benimsediler.
Sünni islam anlayışı belirli kurallara uyan, beş şartı eksiksiz yerine getiren kişilerin, daha yüksek bır ahlaka ulaşacağına inanır ve biçimlere uymanın önemi üzerinde durur. Batıni İslam inancı ise biçimlerden daha çok öz ile ilgilenerek, bireylerin eğitimini geliştirip, daha yüksek ahlaklı ve kamil insanlar elde etmeyi amaçlar. Hz. Ali ve ardılları oniki imamın savunduğu düşünce tarzı, diğer siyasi görüşlere göre daha hümanist, daha affedici, özlük haklarına kadın-erkek hakları olarak degil, insan hakları anlayışı ile yaklaşıyordu. Sünni İslam görüşüne karşı özgür düşünceyi, bireyin aklı ile doğru yolu bulup benimsemesi gerektiğini savunan batıni görüş, göçerlerın kültürüne daha yakın gelıyordu..
Anadolu Aleviliği
Batıni İslam anlayışını, özellikle (bugün Kazakistan’da bulunan) Türkistan'daki Pir Ahmet Yesevi tekkesi göçer kültürü ile bağdaştırdı. Bu tekke sadece bu yeni yorumun ocağı olmakla kalmadı, yetiştirdiği bir çok halife ve dervişi de sürekli olarak batıya dogru göndererek, bu anlayışın çok daha geniş kitlelerce benimsenmesine ve yayılmasına olanak sağladı.
İşte bu anlayış, sonraları “Anadolu Aleviliği” diye tanıdığımız “Alevi-Bektaşi-Mevlevi” inanç sistemlerinin temelini oluşturdu.
Yesevi tekkesinden batıya doğru göçen Alp Erenler, Horasan Erenleri, Anadolu Erenleri, Rumeli dervişleri (Abdalan-ı rum), Rum bacıları (Bacıyan-ı rum ) gibi isimler ile anılan İslam misyonerleri ön Asya, Anadolu, Trakya ve Balkanlarda “Alevi İslam” anlayışının hızla tanınmasını ve benimsenmesini sağladılar.
“Yetmişiki millete bir gözle bakmak” kuralını öne çıkaran, kul hakkına saygı gösterilmesini birinci öncelik ilan eden bu önderler, onlarca ırk ve kavmin bireye, emeğe, beceriye ve bilgiye saygı ekseninde, birlikte yaşamayı hazmedecekleri bir sosyal barış ortamı kurdular. Bu misyonerlerin Anadolu ve Rumeli'de attığı temeller üzerinde, çok kısa bir zamanda, Osmanlı İmparatorluğu gibi devasa bir imparatorluk kuruldu.
Bugün “Anadolu Alevıliği” diye andığımız inanç sistemi, bu dönemde oluşan değerler sistemidir.
Bu inanç sisteminde, yaratılmış her canlıda tanrıdan bir iz oldugu için, tanrının yarattıgı canlılara saygı duyulması gerektiğine inanılır. Hallac-ı Mansur'un "En’el Hak" deyimi bu inancın bir yansımasıdır. O günlerin Horasan, Mavera-ün Nehir, Mezopotamya, Anadolu ve Trakya'sındaki kavimler bir inançlar karmaşası içinde iken, her yaratılmışı ve her inancı, hor görmeden, aşağılamadan, eşitlikçi bir saygı ve sevgi ile kucaklayan, tek tanrılı bu yeni inanç sistemi, bölgede şaşılacak derecede hızlı, kolay ve kansız bir biçimde yayılmış ve benimsenmiştir.
Horasan erenleri, Alp erenler ve Anadolu erenleri dıye andığımız bu önderler bu yeni inanç sistemini toplumlara benimsetirken, her kavmin o güne kadar getirdiği özgün kültürü, sevgi ve saygı ıle kucaklamış, insanlara, yaratılmışa ve yaratana saygı kavramlarını ustalıkla vermiş ve değişik kültürleri, renklerini de koruyarak bu inanç etrafında toplamayı başarmışlardır.
Pir Ahmet Yesevi tekkesinde vücut bulan bu yaklaşım, Ön Asya ve Anadolu'da da bu çalışmada konumuz olan Anadolu Aleviliği'ni biçimlendirmiştir.
Anadolu Alevi-Bektaşi-Mevlevi inanç sistemleri gerek bölgede yaşayan kavimlerin, gerekse bölgeye göçlerle gelenlerin kültürlerını dışlamadan, küçümsemeden ve hatta zenginleştirerek , kendi inanç sistemleri içinde harman edebilmiş, eritebilmiş inanç sistemleridir.
Bu nedenle bu kesimin ritüellerinde şaman, roma ve yunan kültürlerinin izlerini ve simgelerini sık sık görmekteyız. Anadolu Erenleri'nin en ilgi çekici özelliği yetiştikleri tekkelerinden bır bölgeye dıni liderlik etmek üzere görevlendirilip ayrılacakları zaman, onlara görev veren pir’in tahta kılıç kuşatmasıdır. Yani görev bir savaştır, ama bu savaş kırıcı ve öldürücü olmayacak, fikirler kimseyi kırmadan, üzmeden yayılacaktır. Gerçekten de o günün Anadolu insan mozayiğinde çok sayıda kavim, değişik inançlara sahip türlü türlü gruplar, Anadolu Erenleri’nin ruhani önderliğinde toplanmış Anadolu halkları, Doğu Roma, Bizans yönetimlerinden, haçlı seferlerinin artığı onlarca şehir beyliğinden, aşiret ve tekfur yönetimlerinden Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluşuna adeta kansız bir geçiş yapmıştır.
Osmanlı'da Alevilik
Anadolu Erenleri, Selçuklular döneminde ve Osmanlı dönemlerinin başlarında Anadolu'da devletler hukuku, ticaret hukuku ve medeni hukuk sistemlerini kurmuşlardır. Bugün Anadolu Aleviliği diye adlandırdığımız inanç sistemi bu dönemde oluşan değerler sistemidir. Anadolu Selçukluları’nın bitişi ile Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluş döneminde, sosyal hayata Anadolu Erenleri tarafından uyarlanmıştır.
Bilecik’te, Şeyh Edeb Ali (1206-1326) Osmanlı (devleti) İmparatorluğu'nun kuruluş hazırlıklarını yapmış, din farklarından çok, temel hükümranlık haklarını öne çıkaran laık bir devlet anlayışını biçimlendirmiş, o günün Anadolu ve Trakya'sını kucaklayan bir devletler hukuku sisteminin temelini atmıştır. Bu hukuk Osmanlı İmparatorlugu’nun yayılma ve yükselme döneminde dikkatle uygulanmış, Trakya ve Balkanlardaki fetihler, İstanbul'un alınışı gibi çeşitli aşamalarda, fethedilen bölgelerdeki toplumlara tanınan hak ve özgürlükler, bu toplulukların Osmanlı fütuhat'ını adeta sevinçle kabul etmesine yol açmıstır.
Aynı dönemde Hacı Bektaş-ı Veli (1210-1270) Nevşehir’de Sulucakarahöyük'te (bugünkü Hacıbektaş) dünyada bugün dahi aşılamamış bir medeni hukuk esası geliştırmiş,”yetmiş iki millete bir gözle bak”, “her ne ararsan kendınde ara” kurallarını yaymıştır. Tek eşlilik, kız-erkek farkı gözetmeden eğitim, inancı ne olursa olsun yaradılmışın yani kulun, hayvanın, tabiatın haklarına saygının önemi ve önceliği gibi temel konuları işleyerek, bugünün en ilerici ölçüleri ile dahi çağdaş bir medeni hukuk sistemi geliştirmiş ve yaşama geçirmiştir. Mevlana Celaleddin-i Rumi (1207-1273), Abdal Musa, Taptuk Emre gibi aynı dönemin çağdaşı birçok ulu Anadolu Ereni de bu anlayış biçimini bulundukları bölgelerde işlemiş, evrensel ölçütlerle sevgiyi, hoşgörüyü topluma adeta vazgeçilemeyecek bir biçimde benimsetmişlerdir.
Ahi Evran Şeyh Nasuriddin (1172-1262), Anadolu'da huzurlu bır yerleşik yaşam için temel zorunluluklardan biri olan ticaret ve zanaatın örgütlenmesini sağlamış ve günümüze kadar gelen bir düzen kurmuştur. Kökenini Orta Asya'dan alan ortaklık-ahilik düzeni, köken, dil, din ve ırk ayırmadan tıcaret ve zanaat'ta ustalıklara ve ahlaki konuma paye vererek, kentsel yaşamda ticaret ve üretim ilişkilerine bir düzen ve değerler sistemı getirmiş, kısaca çağdaş bir ticaret hukuku anlayışı geliştirmiştir. Bu hukukun birçok kurumları bugün tüm çağdaş toplumlarda görülmektedir. Gerek ülkemizde, gerekse gelişmiş batılı ülkelerde üretim ilişkilerinin belkemiği olan ticaret odaları, borsalar, sanayi odalarında gördüğümüz kuruluş ve denetim mekanizmalarının nerede ise hemen hepsi o günlerin ahilik düzeninde kurulmuş ve uygulanmıştır. Bugünkü uygulamalar aynı mekanizmaların çağın gereklerine göre yeniden düzenlenmiş biçimleridir.
Alevi, Bektaşi ve Mevlevilikte Ritüeller
Anadolu Alevi, Bektaşi ve Mevleviliği “Yol bir sürek binbir” anlayışı içinde birbirlerinden uygulamalarda bazı yöntem farklılıklları ıle ayrılırlar. Bu gruplardan Bektaşi'ler ve Mevleviler “Babagan”, Aleviler (tahtacı, çepni, sülek ve abdallar da alevidir) “Dedegan” olarak da anılırlar.
Alevilikte yani Dedegan kolda mürşitlik babadan en olgun oğula veya kıza (ana) geçer, Mevlevi-Bektaşilik’te, yani Babagan kolda ise her dereceye seçim ile gelinir. Alevi-Bektaşi inanç sistemleri özde aynıdır, ancak yönetim usülünde ve ritüellerde değişiklikler gözlenir.
İnceleyeceğimiz Alevi-Bektaşi-Mevlevi ritüelleri de yukarıda özetlediğimiz inanç sisteminin eşitlikçi, bireylere saygılı, çoğulcu ve paylaşımcı karakterlerini taşımaktadır.
Anadolu Alevi - Bektaşi – Mevlevi ritüellerınin çoğunda müzik vardır.
Genellıkle çok sade ve basit olan bu ritüel'lerin bazı ortak özellikleri şöyle özetlenebilir:
- Tüm ibadetlerde dil Türkçe'dir. Hiç bir biçimde anlaşılmayan bir dil kullanılmaz. Dedeler, Mürşitler (Kürtçe konuşulan bölgelerde dahi) bütün dualarını açık ve anlaşılır bir Türkçe ile yaparlar.
- Hiç bir ritüel, sadece kadınlara veya erkeklere özgü değildir. ritüellerin tümü topluma açıktır.
- Ölüm ritüellerı hariç, hemen her olayda müzik vardır. Sema-semah dediğimiz danslar yapılır.
- Tüm ritüeller Pir, Postnişin, Dede, Baba gibi bir rehber veya bir mürşit önderliğinde ve yönetiminde yapılır.
- Ritüel'in sorunsuz yürüyebilmesi için, her ritüelde yeterli ve gerekli sayıda sorumlu görev yapar. Bu hizmetler ritüel’e davetten ritüelin tamamlanmasına kadar gereken her aşmada yapılması gereken hizmetlerdir. İleride detaylı olarak göreceğimiz hizmetlerden bazıları, saz çalma-zakirlik, kurban kesme, gözcülük, çeragcılık (ışıkçılık) gibi görevlerdir.
- Hemen her ritüelde lokma dağıtılır. Muharrem ayı haricinde ritüellerde kurban da kesilebilir.
Lokma geleneği
Alevi-Bektaşi inancında diğer bireylere bir şey sunmak da, sunulandan almak da kutsanma sayılır. Lokma bireyin toplumu ile anlamlı bır sekılde bütünleşebildiği, çok önemlı sosyolojik bir bağdır. Kurban eti, bulgur pilavı, börek, kuru çörek, kömbe dediğimiz mayasız hamurdan yapılmış bir tür ekmek, un veya irmik helvası, meyva, bir avuç leblebi, üç-beş kuru kayısı gıbı herhangı bir gıda maddesi olabilir. Dağıtanın maddi durumuna göre lokmasının çeşidi de artabilir. Ancak önemli olan lokmanın kalitesi değil, o kişinin topluma bir şey sunması ve bu sunulan şeyin paylaşılmasıdır. Bu nedenlerle Alevi - Bektaşi toplumunun sosyolojik olaylarla ilişkili ritüellerinde hemen her zaman lokma dediğimiz, yiyecek bir şeyin dağıtılması olayı ile karşılaşılır. Lokma, topluma sunulmadan önce Dede, Baba, Dedebaba gibi bir mürşid tarafından kısa bır lokma duası ile kutsanır ve lokma dağıtılır. En çok karşılaşılan lokma duası “yiyene helal, yedirene delil olsun" dileğidir.
Yukarıda belirgin ortak özelliklerini tanımladığımız Alevi – Bektaşi rıtüellerıni yaşam ritüelleri ve ınanç ritüelleri olarak iki ana bölüme ayırabıliriz.
Yaşamsal ritüeller;
 Doğum,
 Sünnet,
 Evlilik,
 Savaşa ve askere gidiş,
 Ölüm
gibi olaylar ve Ahilikte belki de dünyadaki en çarpıcı ve renkli örnekleri görülen;
 Mesleğe giriş,
 Çıraklık,
 Yamaklık,
 Kalfalık (sed kuşanma)
 Üstadlık,
 Meslekten tard,
 Emeklilik,
gibi sosyal olaylar nedeni ile gerçekleştirilen ritüellerdir.
İnanç ritüelleri ise :
 Muharrem orucu ve aşure,
 Hıdırellez-Nevruz,
 Abdal Musa cemleri,
 Yola girmek,
 Musahiplik,
 Görgü cemleri,
 Tevhitler,
 Kutsal mekanlara yapılan zıyaretler,
 Cezalar,
 Yoldan düşürmek,
olarak özetlenebilir.
Doğal olarak birçok konuda yaşamsal ve inanç ritüelleri örtüşmektedir. Bu nedenle yaptığımız yaşamsal-inançsal ayrımı zaman zaman zayıf kalmakta ve bazen aynı ritüel her iki kategoride de eşit ağırlıkta yer alabilmektedir.
Yaşamsal rıtüeller, daha çok günlük hayatta karşılaşılan olaylar sırasında uygulanan ritüellerdir.
Doğum: “Göre gitmek” denilen ziyaretler ile kutlanır. Ailenin adağı var ise kurban kesilir. Bektaşiler ziyareti bir hafta sonra yaparlar. Bu ziyaretlere takılar ve hediyeler de götürülür.
Sünnet ve Kirvelik: Anadolu Alevi’sinin yaşamında çok önemli bır sosyal yardımlaşma aracıdır. Çocuğun kirvesi ikinci bir baba önemindedir. Kirve sünnet edilirken kucağında tuttuğu çocuğa, babası zora düştüğü veya öldüğü takdirde, kendi öz çocuklarına baktığı kadar iyi bakmaya mecburdur. O çocuk artık kirve’nin yol evladıdır. Çocuğun ailesinde herhangi bir sorun olursa, kirve çocuğu kendi çocuklarından ayırmadan, eşit şartlarda büyütmeye mecburdur. Kirve çocuğa hem ruhani hem de dünyevi rehberdir. Göçer ve savaşçı toplumlarda, ailelerin sık sık başına gelen kayıplar, ölümler ve aile parçalanmalarında kirvelik kurumu, çocukların olabildiğince korunarak, sağlıklı bir şekilde büyümesi ve topluma faydalı kişiler olması için önemli bir sosyal sigorta aracı olarak kullanılmıştır. Ailenin bir kaç çocuğunun değişik kirveler tarafından paylaşılması, çocukların geleceğini bir ölçüde garanti altına alır. Bu sorumluluklar nedeni ile kirve seçmek de kirve olmak da zor bir iştir. Kirve olmak, ciddi toplumsal sorumlulukları da beraberinde getirir, örneğin kirve evleri birbirlerinden kız alıp vermezler ve tüm çocuklarını kardeş sayarlar. Kirvelik sünnet töreni sırasında resmiyet kazanır, tescil olur. Kirvelik hakları ve sorumlulukları devredilemez. sorumluluklarını gereği gibi yerine getirmeyenler cezalandırılabilirler.
Musahiplik: Kirvelik ile birlikte ailenin sosyal güvenlik sorunlarını adeta tamamlayan bır kurumdur. Musahiplik, yol kardeşliğidir. Ergin olan, özürsüz, iyi ahlaklı kişiler musahip tutabilirler. Musahip çiftler birbirleri ile yol kardeşi olurlar. Yol kardeşliği, kan veya bel kardeşliğinden daha da önemsendiği için, kirvelikte oğlan çocuklara yönelen koruma mekanizmaları, musahiplikte kız çocuklara ve eşin korunmasına yönelir. Aynı kirvelikteki gibi, ağır maddi sorunlar ve ölümler halinde musahip, kız çocukların ve dul eşin bakımını üstlenmek, onlara kendi evine ve ailesine sağladığı imkanları sağlamakla yükümlüdür. Musahiplikte de kirvelikteki gibi, hak ve sorumluluklar devredilemez. Musahiplik yemini görgü ceminde verilir.
Kirvelik ve musahiplik, Alevi-Bektaşi toplumunda yoksulluk, düşkünlük ve uygunsuzlukları önleme amaçlarını güden çok değerli iki sosyal güvenlik kurumudur. Anadolu ve Balkanlar'da özellikle bu iki kurum öylesine köklü bir biçimde kabul görmüştür ki, bugün kendine Sünni diyen bir çok ailede de kirvelik ve ahret kardeşliği (musahiplik) olayı ile karsılaşılır.
Okula başlama: "Amin alayı" da denen, daha çok Bektaşi cemaatinde uygulanan, topluma da yayılmış bir ritüeldir. Okula başlayacak çocuk evde hazırlanır, o gün okula giden çocukların tümü hoca ile birlikte o evin önüne gelirler. Öğretmen küçüğün elini tutarak bir kağıda yazı yazdırır, bu mürekkebin üzerine toz-pudra şekeri dökerek fazlasını küçüğe yalatır. (Karagöz oyunlarında mürekkep yalama denilen eylem bu olsa gerektir) ve alay küçüğü de alıp okula devam eder.
Kız isteme: Söz kesme de denen ritüeldir. Alevi-Bektaşi cemaatinde kız ile oğlanın birbirlerini bilerek, görerek ve tanıyarak razılıkla evet demeleri kesinkes şarttır. Alevi, kızının razılığını almadan baskasına veremez. Musahip kardeşlere musahiplik ikrarı (yemini) verdirilirken, "kızını, kızın kendi diledığine vereceği" de belirlenir. Razılık olmadan evlilik olmaz, söz kesilmez. Söz kesildiğinde nişan verilir, şerbet ezilir, başlık pazarlığı yapılır.
Düğün: - Kına yakmak – Bayrak tutmak – Kızın üzerine gitmek, de denilen düğün törenleri yapılır. Damadın sağdıcı ya musahip kardeşi ya da kirvesidir. Ancak kirve yaş farkı nedeni ile sağdıçlığı bir rehber aracılığı ile de yürütebilir.
Askere Gidiş : grup köy veya kent dışına kadar selametlenir, askere gidenlere varlıklılar harçlık verir. Bu ritüel zaten Anadolu'da canlı olarak yaşamaktadır.
Ölüm Ritüelleri : Ölüm Alevi-Bektaşi inancında, “hakka yürümek” geldiği yere geri dönmek gibi algılanır. Ölümün ardından kurban ve helva dağıtılır. Cem töreni yapılabılır. Üçüncü, yedinci veya kırkıncı gün yemek veya helva, eğer mümkün ise kurban kesilerek lokma dağıtılır. Bu lokmaya "can aşı" da denir.
Meslek ile ilgili ritüeller (Ahilik)
Anadolu’daki biçimi ile Ahi Evran tarafından kurulan ve son dönemlere kadar tüm canlılığı ile devam eden Ahilik, kaynağını Orta Asya ve Moğolistan’dan aldığı da iddia edilen, çağdaş ve ilerici bir mesleki dayanışma, uzmanlık edinme ve eğitme, ırk, din, dil ve inanç farkı aramaksızın kişinin topluma yararı ile doğru orantılı olarak değer kazandığı bir sosyal düzendir.
Birinci Murad (1362-1389) ve babası Orhan Gazi'de (1324-1362) Ahi kimliğine sahip önderlerdir. Kanuni Sultan Süleyman şehzadeliği sırasında Trabzon ahilerinden, Rum kuyumcu Konstantin’e şagird (talebe, çırak) olup kuyumculuk öğrenmiştir.
Ahiler, kentlerde kervansaraylar, zaviyeler, ticaret yolları üzerinde kervansaraylar, tatar teşkilatı, köylerde de konuk odaları, yaran odaları geleneğinin de kurucusu ve sürdürücüleri olmuşlardır.
Ahi zaviyelerinde, dokuz bölük veya grup halinde beş kademe üye görülmekte, tüm zaviyeler de şeyhler şeyhi’ne, “Şeyh-ül Meşayih” e bağlanmaktadır.
Bu gruplar;
 Yiğitler
 Nakipler, (4-5–6 bölük )
 Ahiler (1-2-3- bölük) (Ashab-ı Tarık, Yola kabul edilmiş’ler de denir)
 Halifeler,
 Şeyh olarak görülür.
Zaviyelerin tümü de Şeyh-ül Meşayih’e, en yüksek Ahi ‘ye (bir anlamda bugünkü odalar birliği başkanı'na) bağlıdır.
Ahilikte her meslek sınıfının bir davulu, sancağı ve borusu vardır. Orta Asya gelenekleri sürmektedır. Her meslek sınıfının bir piri vardır. Bu pirler tarihi kişilikleri tartışmasız kabul görmüş peygamberler, erenler ve/veya uzmanlardır. Çoğunluğu peygamber olan Pirler ve mesleklerden bazıları şöyledir : Adem-Çiftçi, Şit-Hallac, İdris-terzi ve yazıcı, İsmail-avcı, İshak ve Musa-çoban, Yusuf-saatçı, Zülküf-fırıncı, Lut-tarihçi, Üzeyir-bağcı, İlyas-çulha, Davut-zırhçı/silahçı, Lokman Hekim-doktor ve eczacı, Yunus-balıkçı, İsa-seyyah, Muhammed-tüccar, Hallac-ı Mansur-yorgancı.
Ahilik kısaca altı temel kurala uymayı gerektirir. Bu kurallara göre Ahi’nin:
 Eli,
 Kapısı,
 Sofrası,
açık olmalı,
 Gözü,
 Dili,
 Beli,
kapalı olmalıdır.
Esnaflar örgütü, bugünkü ticaret odalarına çok benzeyen bir yapılanma gösterir. “Fütuvvetname” de denilen Ahi ve lonca yönetmelikleri ile giyim, kuşam, hayat tarzı, seyahatler, kimlerin neleri bilmesi gerektiği, cezalandırma ve yoldan çıkartma, sakat ve emeklilere yardım gibi işler büyük bir titizlikle düzenlenmıştir.
Ahilik düzeninde temel kurullar:
 Yönetim kurulu, (her ayın 1. ve 3. cuması toplanır, sandığı yönetir)
 Kahyalar kurulu (öncelerı 24 sonraları 100'ü aşkın değişik işkolunun mütevellilerinden oluşur. bugünkü meslek komiteleri) Her ayın son cuma günü toplanır. Başkan ömür boyu için seçilir, toplantılar onun loncasında yapılır.
 Olağan yıllık toplantı veya zıyafet,
 Üçgünler toplantısı,
 Olağanüstü toplantı (genel kurul) gibi kurullar görülür.
Bu olağan toplantıların yanısıra aşağıda göreceğimiz mesleki ritüeller ile karşılaşılır.
Ahi’likte mesleki eğitim basamakları aşağıdaki ritüeller ile geçilir:
Yamak - 10 yaşından küçük çocuklar yamak olarak çalışırlar.
Çırak - İki yıl yamaklıktan sonra, çırak olacak çocuk için tören günü sabah namazında dükkanda toplanılır, çırağın velisi esnafa bir bakır kazan, tencere, kepçe veya kaşık hediye eder. Üstad çırağın becerilerini över, kusurları ile ilgili nasihatlar eder. Esnaf başkanı çırağın sırtını sıvazlar ve çocuğa bir haftalık ücret saptar, bir haftalığı üstad tarafından sandığa yatırılır.
Kalfa - Üç yıl başarı ile çıraklık yapanlar kalfa olur. Kalfalık töreni lonca odasında yapılır. Lonca kurulu tamamen hazır bulunur. En kıdemli kalfa hizmet ve rehberlik görevini üstlenir. Kalfa olacak çırağın ahlakına kendi ustası ve üç başka usta şehadet eder. Velisi razılık verir. Kalfa o gün ilk defa meslek kıyafetini giyer, duası edilir. Lonca başkanı şed (kuşak-peştemal) kuşatır. Öğütleri verir. Kalfa büyüklerin elini öper. Lonca’dan rehberi ıle çıkar, üstadının dükkanının önünde durur, diğer kalfalar gelip tebrik ederler. Veli maddi durumuna göre esnafa bır bakır kazan, kap, kepçe veya kaşık hediye eder.
Üstad - Üstadlık töreni Nevruz'da yapılır. En az üç yıl kalfalık etmiş, kötü bir davranışından dolayı hiç şikayet edilmemiş, çırak yetiştirmiş, dükkan yönetebilme yeteneği olan, iyi huylu kalfalar sıraları geldiğinde üstad olurlar. Seçilen kalfa’ya 30 gün önceden üstad olacağı dükkan araması için bildirilir. Kalfa dükkan bulduğunu üstadına, üstadı da Kahya’ya bildirir. Nevruz günü üstadlık töreni yapılır. Törene esnaf kahyaları, kadı, subaşı v.b. katılır. Kahya öğüt verir, Üstadı Kalfalık şed’dini Üstadlık şed’di ile değiştirir. Yenı üstad el öpüp dükkanına, üstadlar Üstad Köşkü’ne gider, yeni üstadı kalfalar adına üç kıdemli kalfa, çıraklar adına iki çırak ve yamaklar adına da bır yamak gelip yenı iş yerinde kutlarlar.
Diğer yandan, Ahi’lik düzeninde, loncaların niteliğine ve mesleğin kültürüne bağlı olarak, meslek ahlakına uymayanlara meslekten kovulmaya kadar varabilecek cezalar ve sakat veya emekli olanlar için yapılan bir çok değişik ritüel görülür.
Kentte Ahilik düzeninin gördüğü işlevi kırsal kesımde Yaran’lık düzenı üstlenır.
Yaranlık köy dayanışması ve köy halkının eğitimini amaçlayan bır kurumdur. Ritüelleri sadeleştirilmiş ve basitleştirilmiş Ahilik ve Alevi ritüelleridir. Köylerde, “Yaran Odası” o köyün “efrad” adı verilen bir grubu tarafından kurulur. Birden fazla Yaran Odası olabilir. Efrad’dan herkes sıra ile odanın hizmetlerini görür, toplantılar, cemler, okumalar ve benzeri toplu ritüeller burada yapılır. Toplantılar sonbahardan Hıdırellez'e kadar çok daha yoğun olarak sürer. Tarım işlerinin başlamak üzere olduğu dönemde baharda (Nevruz’da) düzenlenen bir şenlikle sona erer. Tarım işlerinin yoğun olduğu yaz ayları süresince önemli bir neden olmadıkça, odaya gelinmez. Yaran, muhtaçlara yardım örgütler, düğün, cenaze gibi toplantılara hizmet ve yardım verir. Yaşlı , yoksul ve kimsesizlerin çiftini sürer, hasadını yapar, harmanını kaldırır. Harman sonunda ortak bir şenlik düzenler.
Sosyal yaşamı düzenleyen yaşamsal kurallar ve olaylar dizini içinde karşılaştığımız ritüel’leri ana çizgileri ile özetlemiş bulunuyoruz.
İnanç ritüelleri
İnanç ritüelleri kişilerin iç dünyalarını zenginleştirmek ve yüksek ahlaklı olgun insan’a (İnsan-ı Kamil) ulaşmayı hedefleyen ritüellerdir. Bu ritüeller’den toplumsal ağırlığı en çok olan Muharrem ve Nevruz ritüelleri özel bir öneme sahiptir.
Kerbela ve Matem: Kerbela vakası'nın gerçekleştiği muharrem ayı Alevi-Bektaşi inancında bir yas ayıdır. Kurban bayramından sonraki 20. günde "Muharrem Orucu" başlar ve oniki gün sürer. Önden üç gün “Müslimler” adı ile hazırlık orucu da tutulabilir. Muharrem’in oniki günlük orucu, iftar sırasında ve sonrasında da olabildiğince az su içerek ve az yiyerek geçirilir. Bektaşiler 10., Aleviler de 12. günde aşure yapar ve dağıtırlar.
Muharrem ayının onuncu gününün sadece Hz. Hüseyin’in Kerbela’da şehit edilmesinin yıldönümü olmadığına, bu günün aynı zamanda Adem peygamber’in tövbesinin kabulü, Musa peygamber’in kavmini kurtarışı, İbrahim peygamber'in ateşe atılıp ateşten kurtuluşu, Yakup peygamberin oğlu Yusuf'a kavuşması, Nuh peygamber'in gemisinden güvercinin o gün ayrılarak bır zeytin yaprağı ile gemiye dönüşü, Yunus peygamber’in balığın karnından çıkması, İsa peygamber'in göğe yükselmesi günlerinin de yıldönümü olduğuna inanılır.
Muharrem'ın yedinci günü Alevi’ler, onuncu günü de Bektaşi’ler cem törenleri yapar. Hazreti Hüseyin' in ölüm günü su orucu açılır ve ilk on gün çok sınırlı içilen su biraz daha rahatça içilmeye başlanır. Yas Hz. Hüseyin’in defnedildiği 12. güne kadar sürer.
Aleviler, yörükler ve tahtacılar bu dönemde hayvan ve ağaç kesmez, kesici-delici alet kullanılmaz. Muharrem'de kurban kesilmez, kan dökülmez, et-yumurta yenmez. O günlerde ele bıçak dahi alınmamaya çalısılır. Hatta bazı köylerde, yemeklik soğan bile Muharrem'den önce soyulur , doğranır ve bu dönemde bıçak ele alınmaz. Ağız kavgası bile yasaklanmıştır. Hiçbir kötü söz söylenmez. Muharrem ayında ağaç kesenleri, eline kesici alet alanları tahatacılar cezalandırır.
Nevruz : “Nevruz yetti, Sofu bitti” sloganı, Nevruz ile birlikte kış aylarında yaşanılan zengin inanç ritüellerinin sonunun geldiğini, baharın başladığını, tarım işlerinin hız kazanıp giderek yorucu bir biçimde artacağını özetler. Nevruz (21 Mart) bir çok törede yılbaşı da kabul edilen bahar bayramıdır. Alevi-Bektaşi’ler için ise Hz. Ali’nin doğum günü olarak ayrıca çok önemli bir gündür.
Nevruz'dan sonra artık tarım işleri yoğunlaştığı için cem-cemaat yapılmaz. Ergenekon’da Oğuz Han bu günü bahar bayramı ilan etmıs, Selçuklu Sultanı Melikşah 1092’de takvimine "Nevruz-ı Sultan" adı ile bu günü tescil etmiştir. Alevi-Bektaşi’lerin de bu geleneği sürdürdükleri düşünülebilir. İran’da Hz. Ali'nin doğum gününün Nevruz’dan sonraki altıncı gün olduğuna inanılır. Nevruz’dan önceki gece duaları edilir, sabah tören yapılır, kırlara çıkılır, kutlanır, kömbe yapılır ve lokma dağıtılır. Akşamı kurbanlı cem yapılır. Aleviler Hz. Ali'nin doğum günü olan bu gün, yere-göğe yeni ve verimli bir yıl için destur verildiğine inanırlar.
Hıdırellez: Hz. Musa’nın kendisini dünyanın en alim kişisi olarak görmesi üzerine, Allah’ın Musa’yı eğitmek üzere hakikat ilimleri ile donatarak Hızır Aleyhisselam’ı gönderdiğine inanılır. Alevi-Bektaşi inancındaki olgunlaşmış insanın da (İnsan-ı Kamil’in) simgeleri olan Hızır ve İlyas peygamberlerin, Ab-ı Hayat (ölümsüzlük suyu) içmiş olduğuna ve Hızır’ın karada, İlyas’ın denizde dara düşenlerin yardımına koştuklarına inanılır. Kuran’da Kehf suresi’nin de göndermeler yapmış olduğu gibi “Hızır’ın fırtınaya tutulan Nuh’un gemisine yardım ettiği ve kurtulanların 3 günlük bir oruç” adadığına inanılır. Bu nedenle her yıl (miladi takvimle) şubat ayı’nın 13-14-15. günleri “hızır orucu” tutulur. Bu orucun ardından mümkün olan en geniş topluluğa “ Hızır Lokması” adı verilen bir çeşit çörek dağıtılır. Bazı bölgelerde “Hızır Cemi” de yapılır. İnsanlık tarihinde ölümsüzlüğe kavuştuğu kabul edilen sadece iki “İnsan-ı Kamil”, veli veya peygamber olan Hızır ile İlyas’ın her yıl “Hıdırellez” adı verilen 6 Mayıs gecesi bir gül ağacının altında buluştuklarına, görüştüklerine ve tekrar insanların yardımına gittiklerine inanılır. Bu nedenle Hıdırellez günü mutlaka çayıra gidilir, yeşile ayak basılır. O gün çok renkli ritüeller ile Hızır ve İlyas’ın dikkatleri çekilerek, dilekler iletilmeye ve yardımları alınmaya çalışılır. Dileği olanlar dileklerinin gerçekleşmesini, sevgililer kavuşabilmeyi, darda olanlar sorunlarının çözümünü bu gece gelecek Hızır’dan bekledikleri için çok çeşitli ve değişik yöntemlerle hem dileklerini Hızır’a iletmeye, hem de Hızır’ın gelip sorunlarını çözerken bırakacağı izleri saptayarak içlerini rahatlatmaya çalışırlar.
Bastığı her yeri yeşerttiğine inanılan Hızır, Alevi-Bektaşi‘lerin yayıldığı çok geniş coğrafyada bir çok yerde anılmış veya davet edilmiştir. Afyonkarahisar’da “Makam-ı Hızır”, Amasya’da “Hızır- İlyas tekkesi”, Bingöl’de “Hızır Gölü”, Denizli’de “Hıdırlık Sultan”, Anadolu ve Rumeli’de bir çok kent ve kasabada “Hıdırlık” adı ile anılan yeşil alanlar, Azerbaycan’da “Hızr-ı Zinde”, Irak’ta “Makam-ül Hadır”, Lübnan’da ve Suriye’de “Hz Hızır Makamı”, Mısır’da “Hızır kapısı”, Seylan’da “Hızır Mağarası” bu bölgelerde yaşayan Alevi- Bektaşi’lerin Hızır’a verdikleri önem ve değeri, Hızır’a duydukları güven, sevgi ve bağlılığı daha iyi açıklar.
Cem
Alevi - Bektaşi inanç ritüellerinin en özgün ve seçkin olanı kuşkusuz ki cem’dir. Çok çeşitli biçimlerde ve zamanlarda yapılan cem’ler :
 Görgü cemleri,
 Muhabbet cemleri olarak iki ana kategoride görülür.
Ayrıca kurbanlı-kurbansız (kısır) oluşlarına göre, amaç ve nedenlerine göre, yöreye ve geleneğe göre çok değişik isimler ile cem yapılmaktadır. Bu çeşitlilik kültür mozayiğinin zenginliği ve bulunulan bölgelerdeki kültür birikimlerinin kabulü, yorumlanması ve özümlenmesi sonucunda oluşmuştur. Halk bilimi açısından da çok değerli bir hazine olan Cem’ler, Anadolu kültürünün bugüne kadar gelebilmiş en zengin aynaları olarak, toplumsal ve sosyolojik bir öneme sahiptir.
Tipik bir görgü cem’i kurgusu şöyledir:
 Cemaat cemevi’nde toplanır. Cem’i yürütecek dede göreve başlar. Cem’de görev yapacak hizmet sahipleri dualarını alır, görevlerine başlar. Abdal Musa, tercüman veya konak kurbanı hazırlanır. duası edilir ve tığlanmak üzere kasapa teslim edilir.
 Cem birlenir. cem birlendikten sonra Cem'e katılınmaz.
 Sorgulama hesaplaşma v.b. işler yapılır, Cem'e katılanlar o meydanda hayatlarının hesabını verirler. Gerekiyorsa kınanır veya cezalarını alırlar.
 Dualar okunur, ibadete başlanır.
 Duaz imamlar arasında ve sonrasında da semahlar başlar, tevhidler verilir. musahip kardeşlerce ikili-dörtlü, cemaatten isteyenler tarafından çoklu semahlar yapılır. Cem’in en heyecanlı dönemi çoğunlukla miraçnameyi takibeden semahlar sırasında yaşanır. Kırat-Bozok -Kartal-Kılıç-Armut ağacı semahı gibi isimler ile de anılan, çoğunlukla Orta Asya simgelerini çağrıştıran çok sayıda semah dönülebilir. Bir cem kurgusunda ibadet semahları, görgü semahları zorunludur. Cemaat uygunsa istek varsa istek semahları, eğitilecek gençler ve çocuklar var ise öğreti semahları da dönülür.
 Lokma duası edilir ve dağıtılır.
 Cem dağılır.
Alevi dünya görüşü genel çizgileri ile şu kuralları koymuştur : Temel ahlak kuralları işleyecek, canlı incitilmeyecek, bireyler eline – beline – diline sahip olacak, eşini – işini – aşını bilecek, kul hakkı yenmeyecek, dünya malı için kaygılanılmayacak, emanet kayırılacak, yetmişiki millete bir gözle bakılacaktır. Bu eğitim bireylere cem'lerde verilir. Olgunluk çağı ile birlikte yola girme, görgü ritüellerı, musahiplik, kirvelik, sağdıçlık ritüelleri, kurallara uymayan veya huzuru bozanlara karşı uygulanan yargılama ve ceza riitüellerı, düşkünlük ritüelleri gibi inanç ritüelleri bireylerin hayatında ağırlık kazanmaya başlar.
Cezalar özür dileme ile baslayıp tövbe etmeye kadar gidebilen, parasal ve küçük-büyük fiziksel (karısını dövenin omuzuna iki teneke su alıp ayakta durma cezası alması gibi) cezalarla devam eden, ancak gerekirse yoldan düşürmeye, toplumdan ihraca kadar uzanan bir yelpazede olabilir.
Suçlarda bağışlanma, çoğu kez bir de kurban kesilmesini gerektirir. Ceza ve Helalleşme ritüelleri, dar'a durmak ile başlayan, sorgulama -soruşturma, cezanın ve bağışlama koşullarının açıklanması ve koşulların yerine getirilerek sürecin tamamlanması biçiminde oluşur.
Ritüelin sonunda sitem vurmak, ocağın simgesi olan asayı (Erkan-ı Tarık) cezalının eline veya sırtına vurmak, meydan taşına baş koymak gibi simgesel ritüeller de vardır. "Erkan-ı Tarık" da denilen, ocaklara ait simgesel asa 1-1.50 mt. boyunda bir ağaç dalıdır. Tuba ağacından alındığı kabul edilir. Erkan-ı Tarık'ın “Şecer Biatı” ve “Rıdvan Biatı” denilen tarihi olayda, Hudeybiye’de Hz. Muhammed 'in Ensar (Mekkeliler) ile Muhacireyn (Medineliler) ile musahip ilan ederken, kullandığı ağacın dalını temsil ettiğine inanılır. Tarık, musahiplik ritüelinde de musahiplerin sırtına sürülerek kullanılır. Her büyük köyde, kabilede mutlaka bir "Erkan-ı Tarık" vardır, 12 hizmetliden Tarıkçı da durur. Ceza almış olan bacılar sitemden geçerken erkana yatmaz, tarık sadece ellerinin içine vurulur veya sürülür.
İnanç ritüel'leri arasında önemli birisi de Yola Girme Ritüeli 'dir:
18 yaşını doldurmuş, akıllı zeki ve vücutça kusursuz, ahlaklı bir talip istekli (yola girmeye istekli) olabilir. Nasip almak, yola girmek isteyebilir. Eğer cahilse öğrenebilecek nitelikte olmalıdır. Evli kişiler eşlerinden rızalık almak zorundadır. Yola giren kişi bu ritüelde “İkrar verir” ve “Nasip alır”.
Tipik bir Bektaşi yola giriş ritüeli kurgusu şöyledir :
 Hazırlık ve abdest aldırma,
 Eşiğe niyaz,
 Buhur yakma ve gülsuyu serpme,
 Talibin sorgulanması,
 Çerağ uyandırma,
 Mürşid'in namaz kılması,
 Rehber seçimi,
 Hazırlıklar,
 Talib'in Mürşid’e teslimi,
 Tövbe ve telkinler,
 Rehbere iade,
 Rehberin menzil göstermesi,
 Şerbet dağıtma,
 Süpürme ve bitiriş gülbank'ı.
Değişik amaçlı da olsa inanç ritüel'leri kalın çizgileri ile yukarıda özetlenen biçimlenmeyi gösterirler. Çoğu kez kurban da kesilen bu ritüellerde kurban kesme (tığlama) sırasında uyulan ilginç kurallar şöyledir: Kurban bir anlamda, adına kesileceği kişiyi de temsil ettiğinden temizlenir. Dede’ye veya Mürşid’e gösterilir, duası edilir. Kasaba verilir. Duası edildikten sonra, yere bastırılmadan kucakta kesileceği yere götürülür. Kıbleye çevrilerek gözü bağlanır, tekbirlenir ve kesilir, yani tığlanır. (Duası: Üç defa bismıilah ve Allah-u Ekber, üç lailahe illallah, üç velillahılhamd, Kurban-ı celil, Tekbir-i halil, Kurbanı gönderdı Celil, getirdı hak Cebrail, bıçağı çaldı Halil) kurbanın hiçbir kemiği kırılmadan yüzülür, parçalanır ve pişirilir. Sonra da kemikler bir torba içine konularak ayak basmayan bır yere gömülür.
Alevi- Bektaşilik ve Doğa
Alevi-Bektaşi inanç sisteminden ilginç bazı başka yansımalar da aşağıda özetlenmiştir:
- Orta Asya'dan da taşınmış olma olasılığı yüksek bir kutsal simge inancı vardır. Her Türk aşiretinin kutsal bir hayvanı-bitkisi vardır ve buna çok saygı gösterilir. Adana'da sakız ağacı, Dersim'de Munzur'un balıkları, Urfa'da Balıklıgöl'ün balıkları kutsal sayılır. Alevi-Bektaşi'ler tavşan-domuz ve ayı yemezler. Tahtacılar ayı adını anmaz, “Kocaoğlan” veya “Dağdaki” derler. Baykuş uğursuz, kırlangıç ve güvercin kutsal sayılır. Turna Hz. Ali'nin sesini temsil eder, geyik avlanmaz, at kardeş ve murat sayılır.
Sayılar
Alevi-Bektaşi inancında sayıları bir çok anlamlar yüklenmiştir. Çok kulanılan ve gönderme yapılan sayıların bir kısmının simgelediği kavramlar aşağıda özetlenmiştir.
1 Allah birdir,
2 Tanrı'dan gayrı her mahluk çıfttır.
3 Allah – Muhammed – Ali, Mürıd – Rehber – Mürşid üçlülerini anımsatır.
4 Ehl-i beyt, Hz. Ali – Fatma -Hasan - Hüseyin
Dört kapı Şeriat, tarikat, marifet, hakikat kapıları.
Dört unsur : Toprak – su – hava - ateş,
Dört yön,
Dört tat ( acı – tatlı – tuzlu – eksı) 'ı anımsatır.
5 Bir elin beş parmağı arapça "Allah" kelimesinin yazılışına benzetilir.
6 Tevrat'ta dünya'nın altı günde yaratıldığı yazılıdır.
Kuran’da 6666 ayet vardır.
Deccal'n kafasında 666 yazacağına inanılır.
7 Renk tayfı ve haftanın günlerini anımsatır.
8 Cennetin sekiz kapısı olduğuna inanılır.
12 12 İmamlar, aylar ve burçların sayılarını anımsatır.
40 Kırklar Meclisi 'ne gönderme yapar, tasavvufta dört kapı – kırk makam olduğuna inanılır.

Doğan Bermek